Çamlıhemşin’den yukarıya, virajlı yollar boyunca ilerledikçe zaman geride kalır. Ağaçların sıklaştığı, sisin yol kenarlarını sarıp sessizliği büyüttüğü bir noktada asfalt biter. Yol toprak olur, sonra gökyüzüne çıkar. Pokut Yaylası’na öyle varılır: Zorla, sabırla ve sessizlikle.
Pokut bir yayla değil yalnızca; bir eşiğin öteki tarafı gibidir. Güneşin bulutlarla raks ettiği, rüzgârın hiç susmadığı, gündelik zamanın eriyip gittiği bir yer. Ahşap evler yamaçlara tutunmuş, sırtlarını ormana vermiştir. Her biri doğanın bir parçası gibi durur: Ne fazlası var ne eksiği. Sabahları sisle uyanırsın, kahveni içmeden önce gökyüzünü izlersin; bazen evin altı beyazla dolmuştur, üstü mavidir. Pokut'ta bulutlar aşağıdadır.
Burada insanlar az konuşur, çok bakar. Gün ağır ağır geçer. Herkesin yapacak bir işi vardır ama hiç kimsenin acelesi yoktur. Peynir kendi yapılır, ekmek odunla pişer, çay yavaş demlenir. Sessizlik, rüzgârın kanatlarında yaylanın içine işlenmiştir.
Pokut’ta yürümek, göğün kenarından yürümek gibidir. Yol bazen bulutlara karışır, bazen vadilere açılır. Uzakta Kaçkarlar yükselir, karanlık çizgilerle. Oraya bakarken, içinden bir şey de yukarı çıkar; yavaşça, sessizce.
Burada büyük oteller, yüksek sesli müzikler yoktur. Konuksever küçük evler, gözleme kokan bacalar, ahşap balkonlardan sarkan tül perdeler vardır. Çocuklar çimenlerde oynar, keçiler çan sesiyle uzaklaşır. Hayat küçülür ama yoğunlaşır. Her şey sadeleşir; o sadelik insanın içine işler.
Gece olunca yayla daha da susar. Elektrik zayıftır, ışık azdır. Gökyüzü açılır. O yıldızlar—şehirde unuttuğun yıldızlar—teker teker iner gözlerinin içine. Sessizce bir sandalye çekersin, bir battaniyeye sarınırsın. Ne bir haber istersin dış dünyadan, ne bir uyarı. Çünkü burada zaman değil, huzur akar.
Pokut Yaylası, kaçılacak bir yer değil; dönülecek bir yerdir. Kendine dönmek isteyen herkesin yolu, er ya da geç buradan geçer. Yavaşlayan, susan, dinleyen herkes için gökyüzünün altındaki en yumuşak yerdir. Pokut seni çağırır. Bir rüzgâr gibi, hafif ama ısrarla.