Antalya’nın kalabalık sokaklarından uzak, doğayla iç içe kalabilmiş nadir yerlerden biri Adrasan. Burası, gürültüsüz, telaşsız bir koy; zamanın yavaşladığı, ayakkabıları çıkarıp toprağa basmak istediğin bir yer. Sanki hep orada duran ama sadece ihtiyaç duyanların yolunu bulabildiği gizli bir sığınak gibi.
Adrasan’a ulaşmak için Kumluca’yı geçip orman yollarına sapıyorsunuz. Yol boyunca çam ağaçları, keçiler, bazen bir yılan gibi kıvrılan dere eşlik ediyor size. Sonunda karşınıza çıkan o uzun, yarım ay şeklindeki koy ise ilk görüşte âşık olunacak cinsten. Ne çok lüks oteller ne de yüksek binalar… Sadece nar ağaçları, bungalovlar ve deniz. Sonsuz bir sadelik.
Sabahları erken uyanırsan, sahilde birkaç balıkçı teknesinin sessizce açıldığını görebilirsin. Geceden kalma sessizlik, güneşin ilk ışıklarıyla birleşince deniz adeta bir tablo gibi. Denize girmek burada bambaşka; su ne çok soğuk ne de yapay sıcaklıkta. Tam kararında, uyanır uyanmaz girecek gibi.
Yürümek istersen, Likya Yolu hemen yakınınızda. Çıralı yönüne giden patikalar, çam ormanlarının içinden geçip bazen dağları, bazen denizi önünüze seriyor. Yol boyunca susarsanız, portakal bahçelerinden düşmüş meyveler belki size eşlik eder.
Kampçılar, kitap okuyanlar, sadece oturup dalgaları izlemek isteyenler için burası bir cennet. Akşamları ise gökyüzü en güzel elbisesini giyiyor. Güneş batarken sahilde oturup gökyüzünün kırmızıya dönmesini izlemek, şehir hayatının unutturduğu şeyleri birer birer hatırlatıyor.
Adrasan, sessizliğe susamış ruhlar için küçük bir dünya. Ne çok kalabalık ne de yalnızlık… Her şey kararında, her şey yerli yerinde. Eğer biraz uzaklaşmak, içini dinlemek istiyorsan; bu koy, sana her şeyi söylemeden anlatıyor.