Bazı yollar seni sadece bir yere götürmez; içinden geçerken sana kendini hatırlatır. Sazlı Yolu da öyle bir yol. Assos’a varmadan önce, Edremit Körfezi’nin yumuşak kıyılarında, zeytin ağaçlarıyla örülü bir patika boyunca ilerliyorsun. Ne yolun başında bir tabela var, ne sonunda seni bekleyen bir kalabalık. Ama o yolda yürürken birden sessizliği dinlemeye başlıyorsun.
Sazlı, adını belki çok az kişinin duyduğu, ama bir kez girenin zor unutacağı bir köy. Tepeden baktığında evlerin arasında kaybolmuş birkaç baca görüyorsun. Deniz hemen ilerde, bir ressamın paletinden dökülmüş gibi mavi. Ne bir beach club, ne sıra sıra şezlonglar... Sadece taşların arasından denize uzanan birkaç kayık, birkaç iskele.
Burada zaman geçmiyor gibi. Sabah erken kalkarsan, ekmek kokusunu izleyerek fırının yolunu bulursun. Köylüler hâlâ birbirine “Günaydın” demeyi unutmaz. Çocuklar terliksiz, ellerinde erik, sokakta. Hayat kendi ritminde. Aceleye gerek yok, çünkü burada kaçırılacak bir şey yok.
Deniz kıyısında birkaç eski masa, kırmızı beyaz örtüler. Balık taze, çünkü sabah tutulmuş. Salata basit, ama içindeki zeytinyağı başka. Belki yanında bir kadeh rakı, belki sadece ayran. Önemli değil. Önemli olan gözünü alacak bir manzaran, sustuğunda seni anlayacak bir dostun olması.
Akşamları rüzgâr biraz daha serin eser. Denizin sesi, taşların arasından geçerken daha net duyulur. Gökyüzü yıldızlarla dolar. Elektrik lambaları sönük kalır onların yanında. Burada gece karanlık değildir, sadece sessizdir. Düşünmek için güzel, yazmak için uygun, sevmek için doğru bir zamandır.
Sazlı Yolu, çok şey vaat etmez. Ama verir. Sessizliği verir. Rüzgârı, denizi, yavaşlamayı... Belki de en çok da unuttuğun şeyi: kendini. Eğer bir yere gitmek değil, bir yerde kalmak istiyorsan; Sazlı seni bekliyor. Hiçbir yere yetişmeden, hiçbir şeyi zorlamadan. Sadece orada olarak.